“Kendini şımartmak” garip bir durum. “Ben buna değerim!” basit bir reklam sloganlığından nerelere terfi etti böyle? Bu ruh halinin bir ihtiyaca nasıl, ne zaman dönüştüğünü ve bu yaratılan ihtiyacın aldığı formu anlamaya çalışırken yakalıyorum kendimi. Hayır, yeterince yaşlı değilim; hayır, nerede o eski insanlar, görgü, terbiye diyemem. Ve hayır, sosyoloji bilmem ya da antropolog değilim.
Dışarıda yemek yemenin lüks sayıldığı, karnemi aldığım ve derslerimin hepsi pekiyi olduğu için yılda iki kere gittiğimiz kebapçı vardı, iskenderi ile meşhur. Tabağını bitiren tüm çocuklara bir palyaçonun şeker ve balon verdiği. Bayatlayan ekmeğin kızartıldığı ve bunun kardeşim ve bana bir ziyafet gibi sunulduğu pazar kahvaltıları vardı. Kendimizi şımartmak mıydı?
“Bir pazar sabahı da kendimizi biraz şımartmayalım mı?” diye başlayan serpme kahvaltı mevzusu var oysa son zamanlarda. O kahvaltılarda gidilen mekanda, oturulan masanın; gelen minik minik tabaklara yettiğini hiç görmedim. Kesinlikle masa üreticilerinin oyunu (!) Fakat gelen tabakların içinin boşalmış olarak geri döndüğünü de maalesef hiç göremedim. Tamam masalar malzemeden çalınarak küçük üretiliyor da; zeytin, peynir, domates, tereyağı, reçel nasıl bir kumpasın içindeler? Bir yanda Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) açıklıyor, sadece yaygınlaşan serpme kahvaltı alışkanlığı yüzünden yaklaşık 100 milyar liralık gıdanın israf edildiğini.
Şimdi ise bu yazıyı sizlere, misafirlerine açık büfe servis yapan bir otelden yazıyorum. Otel işletmesi yemekhanenin abartısız her yerini gıda israfının önemini anlatan yazılı ve görsel materyalle donatmış durumda. Tabaklar özellikle küçültülmüş, tabakların bulunduğu yerde de tabakların neden küçük olduğu ve gıda israfının yine (!) önemi hakkında bir açıklama var. Bu da yetmemiş yönetim daha duygusal bir yöntem denemiş. Çanakkale Savaşı’ndan kalan o meşhur fotoğraf karesi kocaman bastırılmış, duvara asılmış: İki askerin buruk pozu hani. Fotoğrafın hemen yanında Çanakkale’de ordunun 3 öğünlük meşhur haftalık menüsü de asılı, hoşaflı olan. İlerleyen günlerde hoşafın dahi olmadığının vurgusu yapılan hani.
Biraz rahatsız edici, düşünsenize yemek yemeye gittiniz ama sürekli vicdanınızla oynanıyor. Bir haftadır gözlemim ise bütün bunların asla hiçbir işe yaramıyor olması! Her öğünün sonunda masalardan yarım kalmış tabaklar kaldırılıyor, bir çöpe boşaltılıyor! “E yani, kendimizi şımartmayalım mı? Tüm sene çalışmışız, 1 hafta tatil yapacağız!”
Türkiye’nin gıda israfı tablosu açıklanıyor. Türkiye’de yılda 214 milyar liralık gıda israfı yapıldığını hesaplayan TİSVA, bu miktarın 12 milyon tona denk geldiğini söylüyor.
Bu sayılar bizim gibi çok da zengin olmayan bir ülke için üzüntü verici. Aynı anda, bir kaç gün önce şahit olduğum, çöpten bulduğu karpuz kabuğunu kemiren bir çocuk var gözümün önünde. Üstelik bahsettiğim açık büfeden çok uzaklarda değil maalesef.
Şimdi de bizim gibi zengin olmayan ülke açıklaması yapmaya bilmem gerek var mı diye düşünüyorum yazarken. Küresel ve hepimizi ilgilendiren bir şımarıklık yaşıyoruz: Dünya’da üretilen tüm gıdaların 3’te 1’inden fazlası israf edilerek çöpe atılıyor. Dünya genelinde israf edilen bu gıdaların yıllık değeri 1 trilyon dolar ve 1.3 milyar ton ağırlığında.
Öte yandan acayip bir tezatlık yaşanıyor. Dünya açlıkla verilen sınavda sınıfta kaldı! BM Dünya Gıda Güvenliği ve Beslenme Raporu’na göre, rakamlar rahatsız edici bir trendi ortaya koyuyor. 2015 yılında açlık çeken insanların sayısı 785 milyon iken, 2018’de açlık çekenlerin sayısının 820 milyonunun üzerine çıktığı açıklandı. Yani dünya nüfusunun yüzde 11’i yeterli beslenemiyor! Bu, şu demek: dünyada her 9 kişiden biri aç!
BM raporunda ayrıca yaklaşık 2 milyar çocuk, kadın ve erkeğin gıda güvensizliğinden farklı şekillerde etkilendiğine ve bu sayının da dünya nüfusunun yüzde 25’inden fazlasına tekabül ettiğine vurgu yapılıyor. Söz konusu kişilerin; bozulmamış, besleyici ve yeterli gıdaya düzenli olarak erişimi bulunmuyor. Tüm verilerle ortaya çıkan sonuç; BM’nin 2030 yılına kadar açlığı sona erdirme hedefini zaten çoktan kaçırmış olmamız.
Bakın, daha gıda israfının doğaya zararlarından bahsetmedim. Dünyanın temiz su kaynağının % 25’inin hiçbir zaman yenilmeyen ve çöpe giden israf edilen gıdaları yetiştirmek için kullanıldığına veya “İsraf edilen gıdalar bir ülke olsaydı, Çin ve ABD’den sonra sera gazlarının en büyük üçüncü yayıcısı olurdu” bilgisine konuyu getiremedim bile!
Amacım pazar keyfinize veya tüm sene boyunca dört gözle beklediğiniz tatile limon sıkmak değil. (Limon israfı olur.) İştahınız da sakın kaçmasın; masalarda çöpe yiyecek gitmeyen, kalabalık ve neşeli iştahla yemek yenilen sofraların aşığıyım ve sonuna kadar da destekçisi olacağım. Sakın elinizi taşın altına koymayın, büyük fedakarlıklar yapmayın sadece artık kendinizi şımartmayın istiyorum! 2 milyar gezegendaşımız adına rica ediyorum, gerçekten ihtiyacınız kadar yemeği sahiplenin. Daha fazlasını sahiplenerek şımarıklık etmeyin.